Tarihe Yön Verenler yazı dizimizin bu yazısında Büyük Selçuklu’nun ikinci hükümdarı Sultan Alparslan’ı kaleme aldık. Bu yazı; Malazgirt Zaferi Nasıl Kazanıldı? Sultan Alparslan Kimdir? Alparslan’ın Hayatı? gibi sorulara cevap olacaktır. Ayrıca Türkler’in Anadolu’ya girişini, Anadolu’nun fethine ön ayak olan olayları, Alparslan’ın Türk Tarihindeki önemini ve Malazgirt Zaferinin önemini göstermiş olacağız.
Tarihe Yön Verenler 3- Sultan Alparslan ve Malazgirt Zaferi
Doğum: MS 1032
Vefat: MS 1072
Babası: Çağrı Bey
*****
Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı, Türkler’e Anadolu’nun kapılarını açan sultan, Malazgirt Zaferi’nin muzaffer komutanı ve başarılı bir devlet adamıdır.
Sultan Alparslan küçük yaşta iken, babası Çağrı Bey’in hastalanması üzerine idareyi ele aldı. Gazneli taarruzlarını durdurarak, Karahanlılar’a ve Gazneliler’e karşı zaferler kazanması, Sultan Alparslan’a olan güven ve saygıyı artırmıştı.
Çağrı Bey’in 1059’da vefat etmesi üzerine Alparslan’ın sultan olmasına itiraz eden olmamış olmasına karşın Alparslan, amcası Tuğrul Bey ölünce kendi vasiyeti üzerine tahta çıkarılan Süleyman’ın sultanlığını kabul etmemiş ve derhal mücadeleye girişmiştir.
Çağrı Bey’in son eşinden doğan dolayısıyla Alparslan’ın kardeşi olan en küçük şehzade Süleyman, annesinin Çağrı Bey’in ölümü üzerine amcasıyla evlenmişti. Bu sebeple Süleyman Tuğrul Bey’in üvey oğlu durumuna gelmiş ve annesi ile Vezir Amîdülmülk el-Kündürî’nin uğraşları sonucunda da veliaht tayin edilmişti.
Alparslan, Tuğrul Bey’in ölümünden hemen sonra Vezir Amîdülmülk tarafından tahta çıkarılan Süleyman’a karşı harekete geçmeye hazırlandığında, ağabeyi Kirman Meliki Kavurd, amcası Mûsâ İnanç Yabgu, Çağrı ve Tuğrul beylerin amcazadeleri olan Selçuk’un torunu Kutalmış da taht üzerinde hak talep ediyorlardı.
Bunlardan Kutalmış üç yıl önce Tuğrul Bey’e karşı isyan etmişti. Alparslan, önce kendisini emniyete almak için, Tuğrul Bey’in ölümü üzerine isyan eden Huttalân ve Sagāniyân emîrleri ile Herat’ta bulunan ihtiyar amcası İnanç Yabgu üzerine yürüdü. Âsi emîrleri itaat altına aldıktan sonra İnanç Yabgu’yu da mağlûp ederek taht üzerindeki hak talebinden vazgeçiren ve onu tekrar eski yerinde bırakan Alparslan, büyük bir ordu ile imparatorluk başkenti Rey’e doğru hareket etti. Ancak onun bu meşguliyetinden dolayı gecikmesi sırasında kendi adına hutbe okutarak sultanlığını ilân eden Kutalmış 50.000 kişilik ordusuyla Rey üzerine yürümüş ve karşısına çıkarılan kuvvetleri bozguna uğratarak Vezir Amîdülmülk’ü muhasara altına almıştı.
Tahta çıkarılan Süleyman ise sultanlığını kabul etmeyen rakiplerine göre kendi zayıflığını farkederek daha önce Rey’i terkedip Şiraz’a çekildi. Kutalmış’ın karşısında uzun süre dayanamayacağını anlayan Amîdülmülk, Alparslan’dan yardıma gelmesini isteyerek onun adına hutbe okuttu. Böylece başından beri Alparslan’ı sultan olarak görmek isteyen ordu içindeki pek çok kumandan ve askeri de memnun etmiş oluyordu.
Alparslan’ın yaklaşmakta olduğunu haber alan Kutalmış muhasarayı kaldırıp savaşı kabul edebileceği uygun bir yer olan Damgan civarında Milh vadisine geldi ve akarsuların yönünü değiştirerek çevreyi bataklık haline getirdi. Fakat savaş alanında önceden tertibat almasına ve ordusunun da daha güçlü olmasına rağmen, 1063 yılının son günlerinde cereyan ettiği sanılan savaşta mağlûp oldu ve dağılan ordusunu kendi kalesi Girdkûh’a doğru çekmeye çalışırken kayalık bir bölgede atından düşerek öldü.
Alparslan’ın hükümet merkezine girmesi üzerine de İsfahan’a kadar ilerlemiş olan Kirman Meliki Kavurd kendi topraklarına geri döndü ve Alparslan adına hutbe okuttu. Alparslan’ın Rey’de tahta çıkmasından ve adına hutbe okutup sikke kestirmesinden sonra saltanatı, 1064 yılında Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh tarafından da ilan edildi.
Alparslan, idari, siyasi ve askeri durumu gözden geçirdikten sonra Şubat 1064’te “Rum gazâsı” adı verilen batı seferine çıktı. Hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne daha çok önem veren Alparslan batıda fetih, doğuda ise genellikle asayişi temin amacıyla hareket etti. Çağrı Bey’in kırk beş yıl önce Bizans topraklarına yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkmenler için en uygun yerleşme alanı olarak görülmesi Alparslan için büyük önem arz ediyordu. Selçuklu Devleti, muntazam teşkilâtı, kuvvetli ordusu ve mükemmel idaresiyle Orta Asya bozkırlarında kendilerini pek emniyette görmeyen ve ayrıca ekonomik sıkıntı içinde bocalayan çeşitli Türk toplulukları için sığınılacak ideal bir siyasî kuruluş durumundaydı. Bu sebeple, bir daha dönmemek üzere Selçuklu topraklarına akan ve Türkmen adıyla anılan bu kalabalık kitleler, kısmen Selçuklu şehzadelerinin hizmetine girerek fetihlere katılırlarken kısmen de kendi reislerinin emrinde, hayat tarzlarına uygun iklimlerde yeni yurtlar edinmek için savaşıyorlardı.
11. yüzyılın başlarından beri aralıksız süregelen göçler dolayısıyla Selçuklu ülkesinin hemen her tarafına dağılan ve yer yer sosyal rahatsızlıklara da sebebiyet veren bu Türkmenler’in alışkın oldukları şartlara uygun bir memlekete yerleştirilmeleri gerekiyordu. Bu memleket ise, bozkırları hatırlatan ve hayvan yetiştirmeye elverişli olan bölgeleriyle Anadolu’ydu. Bizanslıların elinde bulunan Anadolu’nun fethedilmesi gerektiği hususunda kararlı oldukları anlaşılan Selçuklular, Türkmenler’i Bizans sınırlarına doğru sevketmeyi devletin yerleşim siyaseti olarak kabul etmişlerdi. Fakat Urmiye gölü yöresinden Tiflis’in kuzeyine kadar uzanan yerlerde Bizans politikasına hizmet eden birer ileri karakol durumunda bazı küçük prenslikler bulunuyor, Anadolu’ya ulaşmak için önce buralardaki savunmanın yıkılması gerekiyordu. Alparslan, Rey’den Azerbaycan’a hareket ederek Türkmen reisi Tuğtegin tarafından da destek aldı. Melikşah ile Nizâmülmülk’ün emrine verilen kuvvetler Aras’ın kuzeyindeki müstahkem yerleri zaptederken Gürcistan’a giren Alparslan’ın kumandasındaki ordu da Kür ırmağının çevirdiği Trialet’e, oradan Kvelis-Kür’e, sonra Şavşat yolundan Taik yöresine ve Gürcü kralının kaçması üzerine de Çıldır gölünün kuzeyindeki Ahılkelek’e kadar ulaşarak pek çok şehir ve kaleyi fethetti.
11. yüzyılın başlarından beri aralıksız süregelen göçler dolayısıyla Selçuklu ülkesinin hemen her tarafına dağılan ve yer yer sosyal rahatsızlıklara da sebebiyet veren bu Türkmenler’in alışkın oldukları şartlara uygun bir memlekete yerleştirilmeleri gerekiyordu. Bu memleket ise, bozkırları hatırlatan ve hayvan yetiştirmeye elverişli olan bölgeleriyle Anadolu’ydu. Bizanslıların elinde bulunan Anadolu’nun fethedilmesi gerektiği hususunda kararlı oldukları anlaşılan Selçuklular, Türkmenler’i Bizans sınırlarına doğru sevketmeyi devletin yerleşim siyaseti olarak kabul etmişlerdi. Fakat Urmiye gölü yöresinden Tiflis’in kuzeyine kadar uzanan yerlerde Bizans politikasına hizmet eden birer ileri karakol durumunda bazı küçük prenslikler bulunuyor, Anadolu’ya ulaşmak için önce buralardaki savunmanın yıkılması gerekiyordu. Alparslan, Rey’den Azerbaycan’a hareket ederek Türkmen reisi Tuğtegin tarafından da destek aldı. Melikşah ile Nizâmülmülk’ün emrine verilen kuvvetler Aras’ın kuzeyindeki müstahkem yerleri zaptederken Gürcistan’a giren Alparslan’ın kumandasındaki ordu da Kür ırmağının çevirdiği Trialet’e, oradan Kvelis-Kür’e, sonra Şavşat yolundan Taik yöresine ve Gürcü kralının kaçması üzerine de Çıldır gölünün kuzeyindeki Ahılkelek’e kadar ulaşarak pek çok şehir ve kaleyi fethetti.
Ahılkelek önlerinde Melikşah-Nizâmülmülk kuvvetleri ile birleşen Alparslan, bu müstahkem şehri 1064 yılı Haziranında ele geçirdi. Bu arada, Ahılkelek’in de düştüğünü gören Lori prensi Kuirike Selçuklular’a tâbi olmayı ve vergi ödemeyi kabul etti. Bundan sonra Alparslan Doğu Anadolu’ya geçerek Bizanslılar’ın elinde bulunan, bölgenin en müstahkem şehri Ani’yi kuşattı. 1064 yılında aydan fazla devam eden şiddetli çarpışmalar sonunda şehir Selçuklular’ın eline geçti. Alınması çok zor olan Ani’nin müslümanlar tarafından fethedilmesi Doğu’da ve Batı’da büyük yankılar uyandırmış, Halife Kāim-Biemrillâh özel elçisiyle gönderdiği mektubunda takdir ve tebriklerini bildirerek Alparslan’a “Ebü’l-feth” lakabını vermiştir.
Ani’nin düşmesi üzerine Kars prensi Gagik Alparslan’ı Kars’a davet ederek büyük törenlerle karşıladı ve tâbiiyetini sundu.
1065 sonbaharında büyük bir ordu ile Hârizm’e hareket eden Alparslan, Mangışlak taraflarında, İslâmiyet’i kabul etmemiş Türk ve Moğollar ile iş birliği yaparak kervanlara saldıran ve kargaşalık çıkaran Türkmen kabilelerini bozkırlara doğru uzaklaştırdı. Daha sonra Kıpçaklar’ı itaat altına alıp doğuya yöneldi ve Mâverâünnehir’de fetihlerde bulundu.
Siriderya kenarındaki Cend şehrinde bulunan atası Selçuk’un mezarını ziyaret etti ve kendisini uzak mesafeden hediyelerle karşılayan Cend hanının topraklarını Melikşah’ın hükmü altında Selçuklular’a bağlayarak seferini tamamladı.
Alparslan’ın asayişi temin amacıyla başlattığı doğu seferi, Hazar denizinden Taşkent’e kadar bütün toprakların büyük bir kısmı savaşmaya dahi gerek kalmaksızın Selçuklu hâkimiyetine girmesiyle sonuçlandı.
Alparslan’ın Horasan’a döndükten sonra 1066’da oğlu Melikşah’ı adına hutbeler okutarak veliaht tayin etti. Bunun üzerine Kirman Meliki olan abisi Kavurd isyan başlattı. Kavurd, Kirman’a yürüyen Alparslan’ın öncü kuvvetleri karşısında gönderdiği ordunun dağılması üzerine geri çekilerek Alparslan’dan af diledi. Abisinin Affını kabul eden Alparslan ayrıca Kavırd’un kızlarına da hediyeler göndererek husumet yaşanmaması gerektiğini göstermiştir.
Azerbaycan’ı Selçuklu Devleti’ne bağlamak için Kafkasya üzerine sefer düzenleyen Alparslan, Tiflis dahil Kartli, Şirak, Vanand, Nig, Gugark, Arrân ve Gence gibi Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde hüküm süren küçük prenslikler ile Şeddâdî emîrlerini hâkimiyeti altına aldı. Ancak, Alparslan’a bağlılıklarını arzeden ve hatta birkaçı kendi istekleriyle İslâmiyet’i kabul eden bu prenslerin kesin şekilde Selçuklu hâkimiyetine girmeleri, ertesi yıl tekrar bölgeye gönderilen Savtegin’in harekâtı ile gerçekleşebilir.
Kafkasya seferi devam ederken Karahanlı Hükümdarı İbrâhim Han’ın ölmesi ve oğulları arasında başlayan taht kavgalarının Selçuklu menfaatlerine zarar verecek duruma gelmesi üzerine Alparslan ülkesine dönmek zorunda kaldı. Ancak, İbrâhim Han’ın ölmeden önce kendi eliyle tahta çıkardığı Şemsülmülk Nasr’ın duruma hâkim olması üzerine müdahale etmekten vazgeçti.
Bu sırada Anadolu’da ilerleyen Türkler, pek çok önemli şehri ele geçirmişler ve Bizans İmparatorluğu için açık bir tehlike oluşturmaya başlamışlardı. Anadolu’nun süratle ellerinden gitmekte olduğunu gören Bizanslılar, 1068 yılında dul imparatoriçe ile evlenmek suretiyle tahta geçen Romanos Diogenes’e kurtarıcı gözüyle bakıyorlardı.
Daha önce Balkanlar’da Peçenekler’e karşı kazandığı başarılarla iyi bir kumandan olduğunu ispat eden Romanos Diogenes, 1068 baharında çoğunluğu ücretli askerlerden oluşan bir ordu ile Anadolu seferine çıktı. Romanos Diogenes, Kayseri-Sivas-Divriği-Malatya-Toroslar üzerinden güneye inip Suriye yolunda stratejik değeri olan Menbic Kalesi’ni zaptederek kış ortalarında Bizans’a döndü.
İmparator muhteşem törenlerle karşılanmış olmasına rağmen aslında büyük bir başarı elde edememişti. Çünkü Bizans ordusunun önünden çekilen Selçuklu ve Türkmen süvarileri başka yönlerden akınlarına devam etmişler, bu arada Niksar ve Ammûriye gibi önemli kaleleri de fethetmişlerdi.
Ertesi yıl ikinci Anadolu seferine çıkan Romanos Diogenes Kayseri, Palu, Sivas bölgelerinde harekâtta bulundu; buna karşı Türkmen akıncıları da Konya’ya kadar ilerleyip şehri yağmaladılar. 1070 yılında, saraydaki muhalefet sebebiyle üçüncü Anadolu seferine bizzat çıkamayan Romanos Diogenes’in iki ayrı koldan gönderdiği ordu yine önemli bir başarı elde edemeden geri döndüğü gibi arkasından gelen Afşin Bey kumandasındaki akıncılar da Marmara sahillerine kadar ilerlediler.
Bu durum karşısında Diogenes, Türk meselesini kökünden halletmek üzere kalabalık ve çok mükemmel teçhiz edilmiş bir ordunun başında, yalnız Anadolu’yu akıncılardan temizlemek değil, İran içlerine yürüyerek Selçuklu başkentini de zaptetmek kararı ile 13 Mart 1071 günü dördüncü seferine çıktı.
Alparslan Suriye ile meşguldü ve Mısır’daki Şiî Fâtımî iktidarını yıkmayı hedef edinmişti. Çünkü Tuğrul Bey zamanından beri Selçuklular’ın kurmaya çalıştığı İslâm dünyasındaki dinî-siyasî birlik, Fâtımîler’in aksi yöndeki çabaları sebebiyle istenen düzeyde gerçekleşemiyordu ve hâlâ İslâm dünyası iki başlı bir görünüm arzediyor, hutbeler bölgelere göre Sünnî Abbâsî halifesi veya Şiî Fâtımî halifesi adına okunuyordu.
Selçuklular, yıllarca Abbâsî halifelerini baskı altında tutan Şiî Büveyhîler’in tahakkümüne son vermişler ve esir alınarak zindana atılan Halife Kāim-Biemrillâh’ı kurtarıp tekrar makamına oturtmuşlardı. 1070 yılında Alparslan, Haremeyn-i şerîfeyn’de (Mekke, Medine) tekrar Halife Kāim-Biemrillâh adına hutbe okunmasını sağlamış ve bu sebeple de “Burhânü Emîri’l-mü’minîn” unvanını almıştı.
Bu olaydan sonra, Suriye’nin Selçuklu Devleti’ne geçmesini arzu eden Hamdânî Hükümdarı Nâsırüddevle, Alparslan’dan Fâtımîler’e karşı yardım istedi. Bunu fırsat bilen Alparslan büyük bir ordu ile hareket ederek (Temmuz 1070) Azerbaycan’dan güneybatıya doğru uzanan stratejik yolun başındaki Malazgirt ve Erciş kalelerini zaptedip Silvan ve Diyarbakır yöresine indi ve oradan Halep’e yöneldi. Halep emîrinin huzura çıkmayı reddederek kaleye kapanması üzerine şehir kuşatma altına alındı.
Ancak bir süre sonra emîrin Oğuz elbiseleri giyerek annesiyle birlikte Alparslan’ın önüne gelmesi, affedilmesine ve yerinde bırakılmasına sebep oldu. Bu sırada Alparslan Şam üzerine yürümeyi planlarken bir Bizans elçisi gelerek imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık, iki yıl önce fethettiği Menbic’i Selçuklular’a bırakmak istediğini bildirdi. Bizans’ın amacı büyük bir orduyla Anadolu’ya sefer düzenlemek ve bu sefere kadar pazarlık yapmak rolüyle zaman kazanmaktı.Durumu anlayan Alparslan 6 Nisan 1071’de ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak hızlıca Musul’a doğru hareket etti.
Ancak bir süre sonra emîrin Oğuz elbiseleri giyerek annesiyle birlikte Alparslan’ın önüne gelmesi, affedilmesine ve yerinde bırakılmasına sebep oldu. Bu sırada Alparslan Şam üzerine yürümeyi planlarken bir Bizans elçisi gelerek imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık, iki yıl önce fethettiği Menbic’i Selçuklular’a bırakmak istediğini bildirdi. Bizans’ın amacı büyük bir orduyla Anadolu’ya sefer düzenlemek ve bu sefere kadar pazarlık yapmak rolüyle zaman kazanmaktı.Durumu anlayan Alparslan 6 Nisan 1071’de ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak hızlıca Musul’a doğru hareket etti.
Alparslan 200000 kişilik Bizans ordusuna karşı koyabilmek için yaşlı tüm askerleri terhis ederek yerlerine genç ve dinamik askerler tayin etti.
Artuk, Mengücük, Saltuk, Dânişmend ve diğer Türkmen beylerinin güçleriyle birlikte 50000 kişilik Selçuklu ordusu, 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt ovasında Bizans’ı hezimete uğratmış ve Türkler’e ebedi yurdunu hediye etmiştir.
Bizans kuvvetleri, aralarında dil, din, ortak gaye gibi birleştirici unsurlar bulunmayan ve daha önce birbirleriyle devamlı surette savaşmakta olan Frank-Norman, Bulgar, İslav, Peçenek (Kuman), Uz (Oğuz), Gürcü ve Ermeni topluluklarından derlenmişti.
Bizans ordusunun pek çoğu ücretli olan bu karışık askerlerden teşekkül etmesine karşın Selçuklu ordusu yalnız müslüman Türkler’den ibaretti ve bu askerler gönüllü olarak savaşıyorlardı. Aynı şekilde, Bizans kumandanları arasında da çeşitli fikir ayrılıkları, şahsî kin ve haset duyguları bulunurken Selçuklu kumandanları, Alparslan’ın tahta çıktığı günden beri çevresinde kenetlenmiş olan Savtegin, Ay Tegin, Porsuk ve Gevherâyin gibi kişilerdi.
Artuk Bey kumandasındaki kuvvetler Anadolu’ya girmeye hazırlanırken kendisi de 200.000 kişilik ordusuyla Mâverâünnehir’e hareket etti. Ancak Barzem Kalesi kumandanı Yûsuf Hârizmî tarafından, çizmesine sakladığı küçük bir hançerle ağır şekilde yaralandı, dört gün sonra da şehid oldu. Alparslan’a yapılan bu suikast Karahanlılar ve Maveraünnehir üzerine olan planları sekteye uğrattı.
Batı Türkleri’nin atası kabul edilen Alparslan, Anadolu’da Bizans’ın egemenliğine darbe vurarak Türkler’in ebedi yurduna kavuşmasına sebep oldu. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’den sonraki tarihin akışını tamamen değiştirdi. Anadolu’nun fethi Osmanlı, İslamiyet, Hıristiyanlık, halifelik ve diğer Türk devletlerinin seyrini ebediyen değiştirmiştir. 1071’de Türklerin hakimiyetine geçen Anadolu Misak-ı Milli ile beraber son kez tescil edilmiştir.