Dünya tarihine Türk bilim insanları birçok buluşa imza atmış veya birçok teoriye önayak olmuşlardır. Ancak tarih kitaplarına baktığınızda bir tane bile Türk ismi olmadığını görmüş olacaksınız. Rahatsız olduğumuz bu durum hakkında biraz araştırma yaptık ve derlediğimiz bu yazı dizisinin ilk bölümünde, Türk Tarihinde hüsranla son bulmuş dört vakayı sizinle paylaştık.
İlk Rasathane - Takiyyüddin
1521-1568 yılları arasında yaşamış olan Takiyyüdddin Raşid, Osmanlı
döneminde matematik ve astronomi alanında
uzman bir Türk bilim adamıdır. Astronomi, optik ve matematik alanlarında
büyük çalışmalar gerçekleştirmiştir. Johann Müller daha trigonometriden söz
etmemişken, Takiyüddin Raşid’in eserlerinde bu terimlerin manalarından
bahsedilir.
Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin Efendi’nin desteği ile
III. Murat’tan bir rasathane kurmak için gerekli izinleri alır ve Tophane
sırtlarında büyük bir gözlemevi kurar. 1575 yılında kurulan bu rasathanede son
derece önemli çalışmalar yapılır ancak; 1580 yılına gelindiğinde bir kuyruklu
yıldızın kayması halkta korku uyandırır. Veba salgınları da artınca şeyhülislam
Kadızade’nin fetvası üzerine Sultan III Murat tarafından topa tutularak
yıktırılır. Bu olayların yaşandığı sıralarda ise Danimarkalı astronom Tyco
Brahe yaptığı gözlemler ve kanıtladığı teorilerle adını tarihe yazdırmıştır
(Kepler Yasaları). İkinci bir gözlemevi ise Kepler yasalarından tam 300 sene
sonra kurulmuştur.
İlk Uçan İnsan – Hezarfen Ahmet Çelebi
1609-1640 yılları arasında Osmanlı topraklarında yaşamış
Türk Bilim insanı Ahmet Çelebi, kendisinden önce uçma düşüncelerini
gerçekleştirmeye çalışmış Müslüman bilginlerin izinden giderek, çeşitli uçma
deneyleri yapar. Kuşların uçuşundan esinlenerek kendisine yapay kanatlar tasarlayarak
ve İstanbul Okmeydanı’nda çeşitli denemelerde bulunur. Yaptığı denemelerde
tasarladığı kanatların dayanıklılığından emin olduktan sonra, lodoslu bir günde
Galata Kulesi’nden atlayarak Üsküdar’a kadar uçmayı başarmıştır. Yaptığı bu
uçuşla tarihe geçen Hezarfen Ahmet Çelebi, Sultan IV Murat’ın, onun bilgi ve
becerilerinden korkması sebebi ile Cezayir’e sürgün edilmiş ve orada vefat
etmiştir.
İlk Uçak Fabrikası – Vecihi Hürkuş, Nuri Demirağ, Selahattin
Alan

İlk Yerli Uçak Fabrikası

Havacılığa yüksek önem veren Mustafa Kemal, uçak üretebilmek adına gerekli bilgi ve tecrübeyi kazanmaları için batı ülkelerine altı kişilik bir ekip gönderir.
İlk pilotumuz Vecihi Hürkuş’unda aralarında bulunduğu ekip, döner dönmez
çalışmalarına başlamış ve ilk uçak olan VECİHİ K-6 yı üretmeyi başarırlar.
Nuri
Demirağ ve Selahattin Alan’ın mühendisliğinde, 17 Eylül 1936 Beşiktaş’ta bir
geliştirme merkezi kurarak NU.D 36, NU.D 38 isimlerinde Türk Malı uçaklar yaparlar.
Barış halinde yolcu taşımacılığı, savaş halinde ağır bombardıman yapabilecek seviyede
olan bu uçaklar, hiç arıza vermez ve Amerikan yapımı uçaklardan aşağı kalmaz.
Türk Hava Kurumu, bu geliştirme merkezine 65 adet planör ve 10 adet eğitim uçağı
siparişi verir. Türk havacılık tarihindeki bu gelişmeler, dünyada geniş
yankılar bulur ve Türkiye düşmanlarını rahatsız eder.
1938’de Atatürk vefat ettikten sonra, havacılık alanına ilgi
ve yatırımlar azalır ve devlet desteğini çeker. 1939’da THK, siparişlerin
zamanında teslim edilmemesi gerekçesi ile 65 adet uçak siparişini iptal eder
ancak, THK’nın almadığı bu uçaklar 16000’den fazla uçuşu başarılı bir şekilde
gerçekleştirir. 41-44 yılları arasında Türk Hava Kurumu, ABD’nin bir bedel
istemeden Türkiye’ye verdiği 95 milyon dolarlık askeri yardım için her yıl 400
milyon dolar harcar. Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan bir açıklama yaparak: “
Amerikan yardımından bedava uçak almak varken ben sizin fabrikanıza sipariş
verirsem bu halk beni asar” der. ABD ve Fransa Ahmet Emin Yalman’a Türkiye’ye
uçak satmak için acentelik verir. Türkiye uçaklarını bu ülkelerden almaya devam
eder. Onlarca emek ve fedakarlıklarla sürdürülen Türk havacılık girişimleri 15
Mart 1950’de çıkarılan bir kanun ile sonlandırılır.
İlk Yerli Otomobil – “Devrim”
Menderesin idamından sonra Cumhurbaşkanı olan Cemal Gürsel,
TÜSİAD toplantısında yerli bir otomobil yapılması için talimat verir. Bu proje
için 1.400.000TL ödenek ayrılır. Ancak hiç kimsenin yerli bir motor ve yerli bir
araba üretileceğine inancı yoktur.16 Haziran 1961 günü Devlet Demiryolları, Cer
Daireleri ve mühendislerden oluşan bir ekip beraber toplantı gerçekleştirerek
projenin ön çalışmalarını yaparlar. Projenin teslim günü 29 Ekim 1961 'dir ve
4,5 ay gibi bir sürede teslim edilmesi istenen bu proje, ekip içinde ikililik
çıkmasına sebep olur. Motoru, kaportası, şanzımanı ve tüm mekanik
elemanları yerli olacak olan bir otomobilin bu süre diliminde üretilebilmesi
güç gelir.
Eskişehir’de bulunan TÜLOMSAŞ dökümhanelerinde yapımına
başlanan “DEVRİM”in motoru, Warswa motorundan esinlenerek, Sivas Demiryolu
Fabrikası’nda dökülüp Ankara Demiryolu Fabrikası’nda işlenir. Piston, segman ve piston kolları ise Eskişehir’de üretilerek
tamamlanan motor Ankara Demiryolu Fabrikalarında monte edilir. Devrim’in
direksiyon tasarımı için “ayarlı direksiyon” fikri ortaya atıldıysa da bu fikir
üzerinde durulmadan çöpe atılır ( 2 yıl sonra Cadillac ayarlı direksiyonu kendi
arabalarında yeni özellik olarak duyurmuştur).
Gece gündüz demeden,
dökümhanelerde sabahlanılarak, yemeden içmeden üretimine devam edilen Devrim,
motoruna, şanzımanına, elektrik, fren ve tüm mekanik aksamına kavuşarak yekpare
duruma getirilir. 28 Ekimde Ankara yolculuğu sırasında son kat boyası atılan
Devrim, nihayet 29 Ekim’de görücüye çıkar. Aracın nakliyesi sırasında herhangi
bir yangın çıkmaması için tüm depolar boşaltılmış ve araç indirilirken manevra
yapılabilmesi için sadece birkaç litre benzin koyulmuştur. Cemal Gürsel’i
Anıtkabir’e götürecek olan Devrim, yaşanan heyecan ve telaş içerisinde
benzinsiz bırakılmıştır. Bu sebeple Cemal Gürsel’in bindiği araç birkaç metre
sonra yolda durmuş ve Cemal Gürsel yola Devrim’in diğer modeli ile devam
etmiştir (Devrim 2 model halinde, 2 adet bej ve 1 adet de siyah olmak üzere 3
adet olarak üretilmiştir). Türk ve dünya medyasında bir karalama kampanyasına
dönüştürülen bu projenin hep kötü yanlarından bahsedilmiştir. Ancak sıfırdan 4,5
ayda 3 adet otomobil üretildiği, üretilen diğer araçların sorunsuz bir şekilde
çalıştığı ve projeyi gerçekleştiren ekibin fedakarlıkları asla gündeme
gelmemiştir. Yabancı ülkelerden araç satın almak cazip gelmiş ve Cemal Gürsel’in
“Garp kafasıyla araba ürettiniz, şark kafasında olduğunuz için içine benzin
koymayı unuttunuz” sözleri ile devlet tarafından yerli araç fikrine son
verilmiştir.